Bu öğeden alıntı yapmak, öğeye bağlanmak için bu tanımlayıcıyı kullanınız:
http://hdl.handle.net/11452/30853
Başlık: | Ulusal güvenlikte ve dış politikada bir enstrüman olarak savunma sanayii: Türkiye örneği |
Diğer Başlıklar: | Defense industry as an instrument in national security and foreign policy: The case of Turkey |
Yazarlar: | Canbolat, İbrahim Ermiş, Uğur Bursa Uludağ Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü/Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı/Uluslararası Siyaset Bilim Dalı. 0000-0002-3448-4213 |
Anahtar kelimeler: | Dış politika Güvenlik Silahlanma Ulusal savunma sanayii Foreign policy Security Armament National defense industry |
Yayın Tarihi: | 28-Kas-2022 |
Yayıncı: | Bursa Uludağ Üniversitesi |
Atıf: | Ermiş, U. (2022). Ulusal güvenlikte ve dış politikada bir enstrüman olarak savunma sanayii: Türkiye örneği. Yayınlanmamış doktora tezi. Bursa Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. |
Özet: | Devletler, bir üst otoritenin olmadığı uluslararası sistemde varlıklarını korumak ve güçlü bir şekilde devam ettirmek için kendi kapasitelerine dayanmak zorundadır. İçerisinde nüfus, doğal kaynaklar, fiziki altyapılar gibi birçok olguyu barındıran kapasitenin güvenlik sorunları karşısında en önemli enstrümanı ise askeri güçtür. Tarihsel süreçte insanın kas gücü, insanın kullandığı hayvan gücü gibi unsurların oluşturduğu askeri güç, yirminci yüzyılla beraber teknolojiyi merkeze alarak her geçen gün niceliğin yerini niteliğin aldığı bir dönüşüm süreci geçirmiştir. İnsanın karşısında teknolojinin olduğu bu dönüşüm 1945 yılında kullanılan atom bombaları ile sembolik olarak zirveye ulaşmıştır. Bu aşamadan sonra askeri güç içerisinde insanın kas gücü her geçen gün önemini yitirirken, insanın beyin gücü teknolojiyi üretebilen ve kullanabilen unsur olarak önem kazanmaya devam etmiştir. Askeri gücün dönüşümünün yaşandığı bu zaman diliminde devletlerin güvenliklerini nasıl sağlayacağı üzerine çalışan neorealist teorisyenler arasında savunmacı ve saldırgan realizm ayrımı meydana gelmiştir. Bu ayrımın merkezinde ise “ne kadar güç yeterlidir?” sorusu bulunmaktadır. Silahlanmanın ne kadarının yeterli olduğu sorusu güvenlik ikilemi bağlamında değerlendirildiğinde büyük öneme sahiptir. Mevcut tartışmanın başladığı 1970’li yıllarda dünyada silah endüstrisine sahip devlet sayısının az olması, teknoloji üretme ve teknolojiye ulaşmanın günümüzdeki kadar kolay olmaması, devletlerin ne kadar silahlanması gerektiği noktasında silahın kaynağının göz ardı edilmesini kolaylaştırmaktadır. Fakat Soğuk Savaş sonrasında teknolojiye ulaşımın ve kullanımının kolaylaşması ile neorealist teorisyenler arasında yapılan bu tartışma doğru soru etrafında ele alınmakla beraber, silahlanmanın kaynağını göz ardı ettiği için eksik kalmakta ve sadece elde bulunan askeri güç üzerinden tartışmanın yapılması durumunda yanlış sonuçlara götürebilmektedir. Gelişen savunma sanayinin güvenlik ve dış politikaya etkisi ise farklı katmanlarda ve birçok şekilde olmaktadır. Savunma sanayiinin bir devlete sağladığı ilk getiri, gerçek askeri kapasitesini göstermesi sebebiyle karar alıcıların güvenlik yanılsamasından çıkarak devletin kapasitesine uygun kararlar alabilmesinin temelini oluşturmasıdır. Muharebe esnasında dış alım yoluyla tedarik edilen askeri sistemlerin hedef alınması durumunda, yerine yenilerinin konulması bir yana idameye devam ettirilebileceği dahi şaibelidir. Bu nedenle savunma sanayii bir devlete muharebe ortamında hangi kapasitesinin sürdürülebilir olup olmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Bu durumun dış politikaya yansıması iki boyutludur. Öncelikle kapasitenin doğru algılanması aynı zamanda dış politikada alınan risklerin de doğru hesaplanmasını beraberinde getirecektir. Öte yandan devletin askeri kapasitesinin kendi savunma sanayiine dayanması, doğru politikalarla birleştirildiğinde hasım devlet için dış tedariğe kıyasla hesaplanması zor bir girdi olarak caydırıcılığı arttıracaktır. States have to rely on their own capacities to protect and maintain their existence in the international system where there is no higher authority. The most important instrument of the capacity, which includes many elements such as population, natural resources, and physical infrastructure, is military power in the face of security problems. In the historical process, the military power, which is formed by elements such as human muscle power and animal power used by humans, has undergone a transformation process in which quality replaces quantity with each passing day by putting technology at the center with the twentieth century. This transformation, in which technology is against the human, reached its peak symbolically with the atomic bombs used in 1945. After this stage, while human muscle power lost its importance day by day in military power, human brain power continued to gain importance as an element that could produce and use technology. In this period of the transformation of military power, there has been a distinction between defensive and offensive realism among the neorealist theorists working on how states will ensure their security. At the center of this distinction are the answers to the question of how much power is enough. The question of how much armament is sufficient is of great importance when evaluated in the context of the security dilemma. In the 1970s, when the current debate began, the fact that the number of states with weapons industry was low in the world, and that it was not as easy to produce and access technology as it is today, makes it easier to ignore the source of the weapon at the point of how much the states should arm themselves. However, despite the fact that technology has become easier to access and use after the Cold War, this discussion among neorealist theorists is handled around the right question, but it remains incomplete because it ignores the source of armament and can lead to wrong conclusions only if the discussion is made on the basis of the available military power. The impact of the developing defense industry on security and foreign policy occurs in different layers and in many ways. The first benefit that the defense industry provides to a state is that it forms the basis for decision makers to take decisions appropriate to the capacity of the state, leaving the illusion of security, since it shows its real military capacity. In the event of a war, if the military systems imported from abroad are damaged, it is very difficult to supply new ones or to maintain the existing systems. For this reason, the defense industry clearly shows a state which capacity is sustainable or not in the combat environment. The reflection of this situation on foreign policy is two-dimensional. First of all, the correct perception of the capacity will also bring the correct calculation of the risks taken in foreign policy. On the other hand, the fact that the military capacity of the state is based on its own defense industry, when combined with the right policies, will increase deterrence as an input that is difficult to calculate for the enemy state compared to foreign procurement. |
URI: | http://hdl.handle.net/11452/30853 |
Koleksiyonlarda Görünür: | Sosyal Bilimler Doktora Tezleri / PhD Dissertations |
Bu öğenin dosyaları:
Dosya | Açıklama | Boyut | Biçim | |
---|---|---|---|---|
Uğur_Ermiş.pdf | 3.35 MB | Adobe PDF | Göster/Aç |
Bu öğe kapsamında lisanslı Creative Commons License